- Katılım
- 12 Mar 2024
- Mesajlar
- 370
- Puanları
- 0
Eğitimde Özümleme: Bilginin Sosyal Yüzü ve Görünmeyen Eşitsizlikler
Giriş: Öğrenmenin Görünmeyen Katmanlarına Bir Bakış
Hiç düşündünüz mü, bazı öğrenciler aynı sınıfta, aynı öğretmenden ders almasına rağmen neden bilgiyi daha kolay içselleştirir? Eğitimde bu fark, yalnızca zekâ ya da çalışma disipliniyle açıklanamaz. Çünkü öğrenme, bireysel bir süreç olduğu kadar sosyal bir süreçtir de.
Bu noktada karşımıza çıkan kavram özümleme (assimilation), öğrenmenin kalbinde yer alır. Ancak özümleme yalnızca Piaget’nin bilişsel gelişim kuramındaki nötr bir süreç değildir; toplumsal cinsiyet, sınıf, ırk ve kültürel sermaye gibi faktörlerle derin biçimde örülüdür.
Bu yazıda özümlemeyi sadece pedagojik bir kavram olarak değil, sosyal güç ilişkilerinin bir yansıması olarak ele alalım. Ve belki de birlikte şu soruyu soralım: “Öğrenciler bilgiyi mi özümser, yoksa sistem onlara özümsetilecek bilgiyi mi seçer?”
Özümleme Nedir? Bilişsel Temelden Sosyal Boyuta
Jean Piaget’ye göre özümleme, bireyin mevcut bilgi şemalarına yeni bilgileri entegre etme sürecidir. Yani öğrenci yeni bir kavramla karşılaştığında onu kendi anlayış çerçevesine uydurur. Ancak eğitim sosyologlarına göre bu tanım eksiktir; çünkü bireyin “mevcut şemaları” toplumsal koşullardan bağımsız değildir.
Pierre Bourdieu’nün “kültürel sermaye” kavramı burada devreye girer. Öğrencinin özümleme kapasitesi, yalnızca bilişsel değil, sınıfsal ve kültürel donanımla da belirlenir. Örneğin, üst gelir grubundaki bir çocuk evde kitap, müze ziyareti ve akademik dil çevresinde büyürken; alt gelir grubundaki bir çocuk aynı kavramı özümsemek için çok daha fazla bilişsel çaba harcar.
Dolayısıyla özümleme, “bilgiyi öğrenme” kadar “bilginin hangi biçimde sunulduğu”yla da ilgilidir.
Toplumsal Cinsiyetin Etkisi: Duygusal Bağdan Bilişsel Dirence
Eğitimde cinsiyet eşitsizliği artık daha görünür hale gelse de, özümleme süreçleri hâlâ toplumsal cinsiyet rolleriyle şekilleniyor.
Kadın öğrenciler genellikle öğrenmeye ilişki ve aidiyet temelli yaklaşıyorlar. Bu, empatik bağ kurmayı kolaylaştırsa da, bazı durumlarda “bilimsel otorite”ye mesafe koymalarına neden olabiliyor.
Erkek öğrenciler ise sosyal olarak rekabet ve performans odaklı yetiştirildiklerinden, bilgiyi özümleme sürecinde daha “sonuç merkezli” davranabiliyor.
Bu fark, eğitimde fırsat eşitliği kadar öğrenme biçimi eşitliğini de tartışmaya açıyor. Örneğin bir kız öğrenci, duygusal bağ kuramadığı bir öğretmen figüründen bilgi özümlemekte zorlanabilirken; bir erkek öğrenci, işbirlikçi öğrenme ortamlarında performans kaygısı yaşayabilir.
Kadın araştırmacılar bu konuyu daha çok “öğrenmede duygusal bağ ve güven ortamı” üzerinden ele alırken, erkek araştırmacılar “sistemsel dönüşüm ve pedagojik model” üzerinden çözüm arıyor.
Aslında her iki yaklaşım da aynı yere çıkıyor: Bilginin özümlenebilmesi için adil bir öğrenme ekosistemi gerekiyor.
Irk ve Kültürün Rolü: Bilginin Kime Ait Olduğu Sorusu
Özümleme süreci, kültürel farklılıkları da içinde barındırır. Eğitim materyalleri ve müfredat, çoğu zaman baskın kültürün değerleriyle hazırlanır. Bu durumda, azınlık veya farklı etnik kimliklerden gelen öğrenciler, bilgiyi özümsemek için önce kendi kimliklerini bastırmak zorunda kalabilir.
Amerikalı eğitimci Gloria Ladson-Billings’in Culturally Relevant Pedagogy yaklaşımı, bu noktada önemli bir çıkış sunar:
> “Eğitim, öğrencilerin kimliklerini silmeden bilgiyi anlamlandırabilecekleri bir alan olmalıdır.”
Örneğin siyah öğrenciler üzerine yapılan araştırmalar, öğretmenlerin “standart dil” beklentisinin, öğrencilerin kendilerini ifade biçimlerini bastırdığını göstermiştir. Aynı durum, Türkiye’de Kürtçe, Arapça veya farklı lehçelerde büyüyen çocuklar için de geçerlidir.
Bu noktada şu soru önemlidir:
Bir öğrenci bilgiyi gerçekten özümleyebilir mi, eğer o bilgi kendi kültürel dünyasına yabancıysa?
Sınıf Faktörü: Öğrenmenin Görünmeyen Bariyerleri
Sınıfsal eşitsizlik, özümlemenin sessiz belirleyicisidir. Ekonomik yoksunluk, yalnızca fiziksel kaynak eksikliği değil, kültürel kod eksikliği de yaratır.
Alt sosyoekonomik gruplardaki öğrenciler, öğrenme ortamına “okul kültürü”nü anlamak için bile fazladan enerji harcarlar. Bu durum, özümlemeyi bilişsel bir süreç olmaktan çıkarır; bir “sosyal adaptasyon mücadelesine” dönüştürür.
Bourdieu’nün belirttiği gibi, eğitim sistemi çoğu zaman mevcut toplumsal yapıyı yeniden üretir. Yani “başarılı öğrenci”, genellikle sisteme zaten yakın olandır. Diğerleri içinse özümleme, yalnızca bilgiyle değil, sistemin diliyle de mücadele etmektir.
Çözüm Arayışları: Eşit Özümleme Ortamları Nasıl Kurulur?
Erkek eğitimciler genellikle çözümü sistemsel düzeyde ararlar: müfredat reformu, öğretmen eğitimi, kaynak dağılımı.
Kadın eğitimciler ise ilişki temelli öğrenmeye vurgu yapar: güven, kapsayıcılık, öğrencinin sesini duymak.
Bu iki yaklaşım birleştiğinde gerçekçi bir çerçeve oluşur.
– Öğretmen eğitimi programlarında toplumsal farkındalık içerikleri yer almalıdır.
– Müfredat, farklı kültürel temsillere açık olmalıdır.
– Öğrencilere kendi yaşam deneyimlerinden yola çıkarak bilgi üretme fırsatı verilmelidir.
– “Başarı” tanımı, yalnızca ölçülebilir akademik sonuçlara değil, özümleme derinliğine de dayanmalıdır.
Forum Tartışması İçin Sorular
– Sizce öğrenciler bilgiyi kendi hayatlarına göre mi özümser, yoksa eğitim sistemi onlara nasıl özümseyeceklerini mi dayatır?
– Kültürel farklılıkları olan öğrenciler için nasıl bir öğrenme modeli daha adil olurdu?
– Özümleme sürecinde duygusal güven mi yoksa bilişsel yapı mı daha belirleyici?
Sonuç: Öğrenme Eşitliği, Sosyal Eşitliktir
Eğitimde özümleme, sadece bilişsel bir eylem değil; toplumsal adaletin de aynasıdır. Bir çocuk bilgiyi yalnızca anlamakla kalmaz; o bilginin kendisine ait olup olmadığını da hisseder.
Gerçek öğrenme, eşitsizlikleri yeniden üretmeden; her öğrencinin kendi sesiyle bilgiye katılabildiği ortamda mümkündür.
Ve belki de özümlemenin en insani tanımı budur:
> “Kendi kimliğini kaybetmeden öğrenebilmek.”
Kaynaklar ve Deneyimsel Dayanaklar
– Piaget, J. (1970). Theories of Cognitive Development.
– Bourdieu, P. (1986). The Forms of Capital.
– Ladson-Billings, G. (1995). Toward a Theory of Culturally Relevant Pedagogy.
– hooks, bell (1994). Teaching to Transgress: Education as the Practice of Freedom.
– Kişisel gözlemler: Kapsayıcı eğitim atölyeleri, İstanbul (2022–2024).
Giriş: Öğrenmenin Görünmeyen Katmanlarına Bir Bakış
Hiç düşündünüz mü, bazı öğrenciler aynı sınıfta, aynı öğretmenden ders almasına rağmen neden bilgiyi daha kolay içselleştirir? Eğitimde bu fark, yalnızca zekâ ya da çalışma disipliniyle açıklanamaz. Çünkü öğrenme, bireysel bir süreç olduğu kadar sosyal bir süreçtir de.
Bu noktada karşımıza çıkan kavram özümleme (assimilation), öğrenmenin kalbinde yer alır. Ancak özümleme yalnızca Piaget’nin bilişsel gelişim kuramındaki nötr bir süreç değildir; toplumsal cinsiyet, sınıf, ırk ve kültürel sermaye gibi faktörlerle derin biçimde örülüdür.
Bu yazıda özümlemeyi sadece pedagojik bir kavram olarak değil, sosyal güç ilişkilerinin bir yansıması olarak ele alalım. Ve belki de birlikte şu soruyu soralım: “Öğrenciler bilgiyi mi özümser, yoksa sistem onlara özümsetilecek bilgiyi mi seçer?”
Özümleme Nedir? Bilişsel Temelden Sosyal Boyuta
Jean Piaget’ye göre özümleme, bireyin mevcut bilgi şemalarına yeni bilgileri entegre etme sürecidir. Yani öğrenci yeni bir kavramla karşılaştığında onu kendi anlayış çerçevesine uydurur. Ancak eğitim sosyologlarına göre bu tanım eksiktir; çünkü bireyin “mevcut şemaları” toplumsal koşullardan bağımsız değildir.
Pierre Bourdieu’nün “kültürel sermaye” kavramı burada devreye girer. Öğrencinin özümleme kapasitesi, yalnızca bilişsel değil, sınıfsal ve kültürel donanımla da belirlenir. Örneğin, üst gelir grubundaki bir çocuk evde kitap, müze ziyareti ve akademik dil çevresinde büyürken; alt gelir grubundaki bir çocuk aynı kavramı özümsemek için çok daha fazla bilişsel çaba harcar.
Dolayısıyla özümleme, “bilgiyi öğrenme” kadar “bilginin hangi biçimde sunulduğu”yla da ilgilidir.
Toplumsal Cinsiyetin Etkisi: Duygusal Bağdan Bilişsel Dirence
Eğitimde cinsiyet eşitsizliği artık daha görünür hale gelse de, özümleme süreçleri hâlâ toplumsal cinsiyet rolleriyle şekilleniyor.
Kadın öğrenciler genellikle öğrenmeye ilişki ve aidiyet temelli yaklaşıyorlar. Bu, empatik bağ kurmayı kolaylaştırsa da, bazı durumlarda “bilimsel otorite”ye mesafe koymalarına neden olabiliyor.
Erkek öğrenciler ise sosyal olarak rekabet ve performans odaklı yetiştirildiklerinden, bilgiyi özümleme sürecinde daha “sonuç merkezli” davranabiliyor.
Bu fark, eğitimde fırsat eşitliği kadar öğrenme biçimi eşitliğini de tartışmaya açıyor. Örneğin bir kız öğrenci, duygusal bağ kuramadığı bir öğretmen figüründen bilgi özümlemekte zorlanabilirken; bir erkek öğrenci, işbirlikçi öğrenme ortamlarında performans kaygısı yaşayabilir.
Kadın araştırmacılar bu konuyu daha çok “öğrenmede duygusal bağ ve güven ortamı” üzerinden ele alırken, erkek araştırmacılar “sistemsel dönüşüm ve pedagojik model” üzerinden çözüm arıyor.
Aslında her iki yaklaşım da aynı yere çıkıyor: Bilginin özümlenebilmesi için adil bir öğrenme ekosistemi gerekiyor.
Irk ve Kültürün Rolü: Bilginin Kime Ait Olduğu Sorusu
Özümleme süreci, kültürel farklılıkları da içinde barındırır. Eğitim materyalleri ve müfredat, çoğu zaman baskın kültürün değerleriyle hazırlanır. Bu durumda, azınlık veya farklı etnik kimliklerden gelen öğrenciler, bilgiyi özümsemek için önce kendi kimliklerini bastırmak zorunda kalabilir.
Amerikalı eğitimci Gloria Ladson-Billings’in Culturally Relevant Pedagogy yaklaşımı, bu noktada önemli bir çıkış sunar:
> “Eğitim, öğrencilerin kimliklerini silmeden bilgiyi anlamlandırabilecekleri bir alan olmalıdır.”
Örneğin siyah öğrenciler üzerine yapılan araştırmalar, öğretmenlerin “standart dil” beklentisinin, öğrencilerin kendilerini ifade biçimlerini bastırdığını göstermiştir. Aynı durum, Türkiye’de Kürtçe, Arapça veya farklı lehçelerde büyüyen çocuklar için de geçerlidir.
Bu noktada şu soru önemlidir:
Bir öğrenci bilgiyi gerçekten özümleyebilir mi, eğer o bilgi kendi kültürel dünyasına yabancıysa?
Sınıf Faktörü: Öğrenmenin Görünmeyen Bariyerleri
Sınıfsal eşitsizlik, özümlemenin sessiz belirleyicisidir. Ekonomik yoksunluk, yalnızca fiziksel kaynak eksikliği değil, kültürel kod eksikliği de yaratır.
Alt sosyoekonomik gruplardaki öğrenciler, öğrenme ortamına “okul kültürü”nü anlamak için bile fazladan enerji harcarlar. Bu durum, özümlemeyi bilişsel bir süreç olmaktan çıkarır; bir “sosyal adaptasyon mücadelesine” dönüştürür.
Bourdieu’nün belirttiği gibi, eğitim sistemi çoğu zaman mevcut toplumsal yapıyı yeniden üretir. Yani “başarılı öğrenci”, genellikle sisteme zaten yakın olandır. Diğerleri içinse özümleme, yalnızca bilgiyle değil, sistemin diliyle de mücadele etmektir.
Çözüm Arayışları: Eşit Özümleme Ortamları Nasıl Kurulur?
Erkek eğitimciler genellikle çözümü sistemsel düzeyde ararlar: müfredat reformu, öğretmen eğitimi, kaynak dağılımı.
Kadın eğitimciler ise ilişki temelli öğrenmeye vurgu yapar: güven, kapsayıcılık, öğrencinin sesini duymak.
Bu iki yaklaşım birleştiğinde gerçekçi bir çerçeve oluşur.
– Öğretmen eğitimi programlarında toplumsal farkındalık içerikleri yer almalıdır.
– Müfredat, farklı kültürel temsillere açık olmalıdır.
– Öğrencilere kendi yaşam deneyimlerinden yola çıkarak bilgi üretme fırsatı verilmelidir.
– “Başarı” tanımı, yalnızca ölçülebilir akademik sonuçlara değil, özümleme derinliğine de dayanmalıdır.
Forum Tartışması İçin Sorular
– Sizce öğrenciler bilgiyi kendi hayatlarına göre mi özümser, yoksa eğitim sistemi onlara nasıl özümseyeceklerini mi dayatır?
– Kültürel farklılıkları olan öğrenciler için nasıl bir öğrenme modeli daha adil olurdu?
– Özümleme sürecinde duygusal güven mi yoksa bilişsel yapı mı daha belirleyici?
Sonuç: Öğrenme Eşitliği, Sosyal Eşitliktir
Eğitimde özümleme, sadece bilişsel bir eylem değil; toplumsal adaletin de aynasıdır. Bir çocuk bilgiyi yalnızca anlamakla kalmaz; o bilginin kendisine ait olup olmadığını da hisseder.
Gerçek öğrenme, eşitsizlikleri yeniden üretmeden; her öğrencinin kendi sesiyle bilgiye katılabildiği ortamda mümkündür.
Ve belki de özümlemenin en insani tanımı budur:
> “Kendi kimliğini kaybetmeden öğrenebilmek.”
Kaynaklar ve Deneyimsel Dayanaklar
– Piaget, J. (1970). Theories of Cognitive Development.
– Bourdieu, P. (1986). The Forms of Capital.
– Ladson-Billings, G. (1995). Toward a Theory of Culturally Relevant Pedagogy.
– hooks, bell (1994). Teaching to Transgress: Education as the Practice of Freedom.
– Kişisel gözlemler: Kapsayıcı eğitim atölyeleri, İstanbul (2022–2024).