“Vatan Yahut Silistre” Üzerine: Bir Gazete, Bir Ulus, Bir Cinsiyetin Yankısı
Selam forumdaşlar,
Bu konuyu açarken elim biraz titredi, çünkü Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”si sadece bir tiyatro metni değil; toplumsal hafızamızda, cinsiyet rollerimizin, adalet anlayışımızın ve kimlik inşasının da aynasıdır.
Evet, klasik sorudan başlayalım: “Vatan Yahut Silistre hangi gazetede yayımlandı?”
Cevap: 1873’te, İbret Gazetesi. Ama gelin kabul edelim, asıl mesele hangi gazetede yayımlandığı değil; o gazetenin, o dönemin Türkiye’sinde nasıl bir çığlık işlevi gördüğüdür.
Namık Kemal’in bu oyunu, vatan sevgisini romantik bir tutkuyla yücelten ilk tiyatro eserlerinden biri olarak bilinir. Ancak ben bugün, bu metne biraz farklı bir gözle bakmak istiyorum: Toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet gözlüğüyle. Çünkü “vatan” derken aslında kimin vatanından söz ediyoruz, “kahramanlık” derken kimin sesi bastırılıyor, bunları yeniden düşünmenin vakti geldi.
Bir Gazete, Bir Direniş Alanı
1873’te “İbret” gazetesi, sadece haber basan bir mecra değil, fikir ve kimlik üretim alanıydı. Osmanlı basınında ilk defa ulusal bilinç ve özgürlük düşüncesi, sistematik biçimde bu sayfalarda dillendirildi.
Ama şunu da unutmamak gerek: O dönemin gazetelerinde kadın sesi neredeyse hiç yoktu. Namık Kemal’in yazdığı metin “vatan için savaşan erkekleri” yüceltiyordu, ama kadınlar –örneğin oyundaki Zekiye karakteri– kendi öz varlıklarıyla değil, erkek ideallerinin yansıması olarak var oluyordu.
Zekiye, sevgilisinin peşinden cepheye giden, erkek kılığına giren bir kadın. Bu yönüyle dönemin “kadın temsiline” meydan okuyor gibi görünür. Fakat dikkat edin: Zekiye’nin kahramanlığı bile “erkeğe sadakat” üzerinden tanımlanır.
Yani o dönemin toplumsal mesajı açık: Kadın, kahraman olabilir, ama ancak bir erkeğin davasında.
İşte “İbret” gazetesi, hem özgürlükçü fikirleriyle hem de bu tür sembolik çelişkileriyle, erken bir toplumsal çatışmanın aynası gibiydi.
Erkek Akıl ve Kadın Empati: İki Yüzlü Bir Vatan Anlayışı
Namık Kemal’in metnini bugünün toplumsal cinsiyet gözlüğüyle okuyunca, erkeklerin dünyası stratejik, kadınlarınki empatik bir örgü gibi çözülüyor.
Erkek karakterler –İslam Bey ve diğer askerler– vatana hizmeti akıl, strateji, savaş üzerinden tanımlarken; Zekiye gibi kadın karakterler duygu, sevgi, fedakârlık üzerinden şekilleniyor.
Bu, aslında 19. yüzyıl Osmanlı toplumunda kadın ve erkeğe biçilen rollerin tiyatroya sızmış hali.
Peki forumdaşlar, şu soruyu soralım:
Eğer “vatan” fikri sadece erkeklerin savaş alanında üretiliyorsa, kadınların verdiği emek, bakım, dayanışma, eğitim gibi görünmeyen katkılar nereye yazılıyor?
Vatanın sınırlarını kim çiziyor; asker mi, yoksa o askeri büyüten anne mi?
Kadın karakterlerin temsili yalnızca “duygusal destek unsuru” olduğunda, ulusal anlatı yarım kalıyor. Çünkü bir ulusun hikâyesi, yalnızca savaşanların değil, yaşatanların da hikâyesidir.
“İbret” Gazetesinin Sesi: Bir Adalet Talebi mi, Bir Erkek Sözü mü?
“İbret” gazetesi, dönemin en cesur yayın organlarından biriydi. Sansüre uğradı, kapatıldı, Namık Kemal sürgüne gönderildi.
Ama şu soruyu cesaretle sormalıyız:
Basın özgürlüğü mücadelesi, o dönem ne kadar toplumsal adalet içermekteydi?
Evet, İbret gazetesi “vatan, özgürlük, bağımsızlık” diyordu ama kadınların sesi yoktu.
Etnik ve dini çeşitlilik neredeydi? Osmanlı topraklarında farklı kimlikler, farklı diller, farklı inançlar varken, bu “vatan” kimin yurduydu?
Basın tarihimizde ilk kahramanlık destanlarını yazan kalemler erkekti; oysa o metinleri dağıtan, saklayan, okuyan kadınlar vardı.
Yani görünmeyen bir kadın emeği vardı, ama adı geçmiyordu.
Bugün de medyada benzer bir sessizlik yankılanmıyor mu?
Toplumsal Cinsiyetin Gölgesinde Bir Eser
“Vatan Yahut Silistre” sadece politik bir metin değildir; toplumsal cinsiyet kodlarını da taşır.
Kadınlar, “duygusal” oldukları için savaşı anlamazlar gibi bir alt metin işler.
Erkekler, “akıllı ve cesur” oldukları için vatanı kurtarırlar.
Ama Zekiye’nin erkek kılığına girip cepheye gitmesi bu ezberi bozar.
Yine de metnin sonunda, onun kahramanlığı bir romantik fedakârlık olarak kalır, bir toplumsal dönüşüme dönüşmez.
Yani, cesaret “istisna” olarak yüceltilir, “norm” hâline gelmez.
Forumdaşlar, bir düşünün: Bugün bile kahraman kadın hikâyeleri, neden hep “istisna” olarak sunuluyor?
Neden “kadın pilot”, “kadın mühendis”, “kadın yazar” gibi etiketlere hâlâ ihtiyaç duyuyoruz?
Belki de sorun, “kadın” kelimesinin başına sıfat koymadan da var olabilme mücadelesinde gizli.
Bir Eserden Günümüze: Çeşitlilik ve Eşitlik Arasında Köprü Kurmak
“Vatan Yahut Silistre”nin yayımlandığı dönemle bugünün medyası arasında 150 yıl var.
Ama değişmeyen bir şey var: Sözü kim söylüyor, kim susuyor?
O dönemde Zekiye sahnede erkek kılığına girerek görünür olabiliyordu.
Bugün sosyal medyada, forumlarda, haber sitelerinde kadınlar hâlâ “maskeler” takarak fikirlerini ifade etmek zorunda kalabiliyor.
Çünkü toplumun “kadından ne beklediği” hâlâ belli sınırların içinde.
Daha geniş bir çeşitlilik perspektifiyle bakarsak, bu sadece kadın-erkek meselesi de değil.
Etnik, kültürel, cinsel kimlik farklılıklarının da “vatan” anlatısında yer bulması gerekiyor.
Vatan yalnızca bir coğrafya değil, farklılıkların birlikte yaşama alanı olmalı.
Yoksa adalet yalnızca güçlüye, söz ise yalnızca görünür olana ait olur.
Forumdaşlara Soru: Vatan Kimin Hikâyesi?
Forumdaşlar,
Şimdi size birkaç soru bırakıyorum; cevaplarını tartışalım, düşünelim, belki yeni bir İbret yazısı biz yazarız:
- Sizce “Vatan Yahut Silistre”deki kadın temsili, dönemi için ilerici mi yoksa sınırlayıcı mıydı?
- “Vatan” kavramı bugün hâlâ erkek merkezli mi?
- Gazetecilik ve ifade özgürlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliğiyle birlikte ele alınmadan gerçekten özgür olabilir mi?
- Farklı kimliklerin hikâyelerini bastıran bir ulus anlatısı, ne kadar adil bir “vatan” kurabilir?
Son Söz: Bir Gazetenin Sayfalarından Bugüne
“Vatan Yahut Silistre”nin yayımlandığı İbret Gazetesi, dönemi için bir direniş sembolüydü.
Ama bugün o direnişi yeniden tanımlamak zorundayız:
Vatanı savunmak sadece sınırları korumak değil; eşitliği, sesi, adaleti savunmaktır.
Ve belki de bugün, en büyük “vatan görevi”, susanların sesini duymak, görünmeyenleri görünür kılmaktır.
Çünkü gerçek adalet, sadece silahla değil; kalemle, sözle, empatiyle kazanılır.
Ve o kalemin mürekkebi, artık yalnızca erkeklerin değil, hepimizin hikâyesinden akmalıdır.
Selam forumdaşlar,
Bu konuyu açarken elim biraz titredi, çünkü Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”si sadece bir tiyatro metni değil; toplumsal hafızamızda, cinsiyet rollerimizin, adalet anlayışımızın ve kimlik inşasının da aynasıdır.
Evet, klasik sorudan başlayalım: “Vatan Yahut Silistre hangi gazetede yayımlandı?”
Cevap: 1873’te, İbret Gazetesi. Ama gelin kabul edelim, asıl mesele hangi gazetede yayımlandığı değil; o gazetenin, o dönemin Türkiye’sinde nasıl bir çığlık işlevi gördüğüdür.
Namık Kemal’in bu oyunu, vatan sevgisini romantik bir tutkuyla yücelten ilk tiyatro eserlerinden biri olarak bilinir. Ancak ben bugün, bu metne biraz farklı bir gözle bakmak istiyorum: Toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet gözlüğüyle. Çünkü “vatan” derken aslında kimin vatanından söz ediyoruz, “kahramanlık” derken kimin sesi bastırılıyor, bunları yeniden düşünmenin vakti geldi.
Bir Gazete, Bir Direniş Alanı
1873’te “İbret” gazetesi, sadece haber basan bir mecra değil, fikir ve kimlik üretim alanıydı. Osmanlı basınında ilk defa ulusal bilinç ve özgürlük düşüncesi, sistematik biçimde bu sayfalarda dillendirildi.
Ama şunu da unutmamak gerek: O dönemin gazetelerinde kadın sesi neredeyse hiç yoktu. Namık Kemal’in yazdığı metin “vatan için savaşan erkekleri” yüceltiyordu, ama kadınlar –örneğin oyundaki Zekiye karakteri– kendi öz varlıklarıyla değil, erkek ideallerinin yansıması olarak var oluyordu.
Zekiye, sevgilisinin peşinden cepheye giden, erkek kılığına giren bir kadın. Bu yönüyle dönemin “kadın temsiline” meydan okuyor gibi görünür. Fakat dikkat edin: Zekiye’nin kahramanlığı bile “erkeğe sadakat” üzerinden tanımlanır.
Yani o dönemin toplumsal mesajı açık: Kadın, kahraman olabilir, ama ancak bir erkeğin davasında.
İşte “İbret” gazetesi, hem özgürlükçü fikirleriyle hem de bu tür sembolik çelişkileriyle, erken bir toplumsal çatışmanın aynası gibiydi.
Erkek Akıl ve Kadın Empati: İki Yüzlü Bir Vatan Anlayışı
Namık Kemal’in metnini bugünün toplumsal cinsiyet gözlüğüyle okuyunca, erkeklerin dünyası stratejik, kadınlarınki empatik bir örgü gibi çözülüyor.
Erkek karakterler –İslam Bey ve diğer askerler– vatana hizmeti akıl, strateji, savaş üzerinden tanımlarken; Zekiye gibi kadın karakterler duygu, sevgi, fedakârlık üzerinden şekilleniyor.
Bu, aslında 19. yüzyıl Osmanlı toplumunda kadın ve erkeğe biçilen rollerin tiyatroya sızmış hali.
Peki forumdaşlar, şu soruyu soralım:
Eğer “vatan” fikri sadece erkeklerin savaş alanında üretiliyorsa, kadınların verdiği emek, bakım, dayanışma, eğitim gibi görünmeyen katkılar nereye yazılıyor?
Vatanın sınırlarını kim çiziyor; asker mi, yoksa o askeri büyüten anne mi?
Kadın karakterlerin temsili yalnızca “duygusal destek unsuru” olduğunda, ulusal anlatı yarım kalıyor. Çünkü bir ulusun hikâyesi, yalnızca savaşanların değil, yaşatanların da hikâyesidir.
“İbret” Gazetesinin Sesi: Bir Adalet Talebi mi, Bir Erkek Sözü mü?
“İbret” gazetesi, dönemin en cesur yayın organlarından biriydi. Sansüre uğradı, kapatıldı, Namık Kemal sürgüne gönderildi.
Ama şu soruyu cesaretle sormalıyız:
Basın özgürlüğü mücadelesi, o dönem ne kadar toplumsal adalet içermekteydi?
Evet, İbret gazetesi “vatan, özgürlük, bağımsızlık” diyordu ama kadınların sesi yoktu.
Etnik ve dini çeşitlilik neredeydi? Osmanlı topraklarında farklı kimlikler, farklı diller, farklı inançlar varken, bu “vatan” kimin yurduydu?
Basın tarihimizde ilk kahramanlık destanlarını yazan kalemler erkekti; oysa o metinleri dağıtan, saklayan, okuyan kadınlar vardı.
Yani görünmeyen bir kadın emeği vardı, ama adı geçmiyordu.
Bugün de medyada benzer bir sessizlik yankılanmıyor mu?
Toplumsal Cinsiyetin Gölgesinde Bir Eser
“Vatan Yahut Silistre” sadece politik bir metin değildir; toplumsal cinsiyet kodlarını da taşır.
Kadınlar, “duygusal” oldukları için savaşı anlamazlar gibi bir alt metin işler.
Erkekler, “akıllı ve cesur” oldukları için vatanı kurtarırlar.
Ama Zekiye’nin erkek kılığına girip cepheye gitmesi bu ezberi bozar.
Yine de metnin sonunda, onun kahramanlığı bir romantik fedakârlık olarak kalır, bir toplumsal dönüşüme dönüşmez.
Yani, cesaret “istisna” olarak yüceltilir, “norm” hâline gelmez.
Forumdaşlar, bir düşünün: Bugün bile kahraman kadın hikâyeleri, neden hep “istisna” olarak sunuluyor?
Neden “kadın pilot”, “kadın mühendis”, “kadın yazar” gibi etiketlere hâlâ ihtiyaç duyuyoruz?
Belki de sorun, “kadın” kelimesinin başına sıfat koymadan da var olabilme mücadelesinde gizli.
Bir Eserden Günümüze: Çeşitlilik ve Eşitlik Arasında Köprü Kurmak
“Vatan Yahut Silistre”nin yayımlandığı dönemle bugünün medyası arasında 150 yıl var.
Ama değişmeyen bir şey var: Sözü kim söylüyor, kim susuyor?
O dönemde Zekiye sahnede erkek kılığına girerek görünür olabiliyordu.
Bugün sosyal medyada, forumlarda, haber sitelerinde kadınlar hâlâ “maskeler” takarak fikirlerini ifade etmek zorunda kalabiliyor.
Çünkü toplumun “kadından ne beklediği” hâlâ belli sınırların içinde.
Daha geniş bir çeşitlilik perspektifiyle bakarsak, bu sadece kadın-erkek meselesi de değil.
Etnik, kültürel, cinsel kimlik farklılıklarının da “vatan” anlatısında yer bulması gerekiyor.
Vatan yalnızca bir coğrafya değil, farklılıkların birlikte yaşama alanı olmalı.
Yoksa adalet yalnızca güçlüye, söz ise yalnızca görünür olana ait olur.
Forumdaşlara Soru: Vatan Kimin Hikâyesi?
Forumdaşlar,
Şimdi size birkaç soru bırakıyorum; cevaplarını tartışalım, düşünelim, belki yeni bir İbret yazısı biz yazarız:
- Sizce “Vatan Yahut Silistre”deki kadın temsili, dönemi için ilerici mi yoksa sınırlayıcı mıydı?
- “Vatan” kavramı bugün hâlâ erkek merkezli mi?
- Gazetecilik ve ifade özgürlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliğiyle birlikte ele alınmadan gerçekten özgür olabilir mi?
- Farklı kimliklerin hikâyelerini bastıran bir ulus anlatısı, ne kadar adil bir “vatan” kurabilir?
Son Söz: Bir Gazetenin Sayfalarından Bugüne
“Vatan Yahut Silistre”nin yayımlandığı İbret Gazetesi, dönemi için bir direniş sembolüydü.
Ama bugün o direnişi yeniden tanımlamak zorundayız:
Vatanı savunmak sadece sınırları korumak değil; eşitliği, sesi, adaleti savunmaktır.
Ve belki de bugün, en büyük “vatan görevi”, susanların sesini duymak, görünmeyenleri görünür kılmaktır.
Çünkü gerçek adalet, sadece silahla değil; kalemle, sözle, empatiyle kazanılır.
Ve o kalemin mürekkebi, artık yalnızca erkeklerin değil, hepimizin hikâyesinden akmalıdır.